8 Aralık 2013 Pazar

İstanbul'da Yeni Bir Kış Festivali: Red Bull Music Academy Radio Festival


By on 13:10:00

Kış gelince adeta eve kapanan, hatta sadece yağmur yağdığında bile sokağa çıkmaktan ürken insanların çoğunlukta olduğu bir kentte yaşıyoruz. Bunun bir nedeni, elbette böyle günlerde iyice çığırından çıkan trafik ama yine de ben İstanbul halkının kış mevsiminin keyfini hiç yaşamadığını düşünüyorum. Bırakın sıkıca giyinip karda yürümeyi, konsere giderken bile söyleniyor insanlar. Böyle bir ortamda kış festivali düzenlemek, hem kentin bu dönemde yaza göre sakinleyen kültür-eğlence hayatını canlandırmak, hem de insanları sokağa çıkmaya ikna etmek açısından önemli. İstanbul'da dün ilki gerçekleştirilen Red Bull Music Academy (RBMA) Radio Festival, dondurucu bir kış gününe renk kattı. İstanbul Modern'in bahçesinde kurulan büyük çadırı ve müzenin üst katındaki restoranın büyük bir bar ve DJ performansları için sahneye dönüştürülmesiyle elde edilen ikinci sahne, öğleden sonradan gece geç saate kadar birçok ismi ağırladı.

FESTİVALDEN İZLENİMLER

* Katılımcıların yaş ortalaması, ağırlıklı olarak 20-25 arasındaydı; çok sayıda yabancı Erasmus öğrencisi vardı. Etkinliğe giriş öğleden sonra 15.00'dan itibaren mümkündü; öğleden sonra gelenlerin sayısı pek fazla olmasa da, akşama doğru sayı arttı. Tam olarak kaç adet bilet satıldığını bilmiyorum ama tamamının tükendiği duyuruldu. Sonuç olarak, festivale yeterli ilgi sağlanmış.

* Dışarıdaki hava insanı titretse de, çadırda üşümedik. İçeriye sıcak hava üfleyen ısıtıcılar yerleştirilmişti. Gerçi benim gibi üzerindeki paltoyu çıkarmadan dolaşanlar da vardı ama bir ara sadece tişörtle dans edenler de görmedim değil.

* Yiyecek konusu, vejetaryen ve veganlar için yine sorun oldu. Sadece benim için sorun olsa, belki bu kadar üzerinde durup her defasında aynı sorunu yazmam. Ama benim gibi olan başkaları da var; onların festivallere katılımı önemsenmiyor sanıyorum. Çünkü kapı açıldığı saatten bitene kadar 9-10 saat süren bir etkinlik planlıyorsanız ve "içeri yiyecek sokmak yasak" diyorsanız, oraya gelen herkesi kapsayacak
şekilde yiyecek satışının yapılması gerekir. Az da olsak, belki "onlar bilet almasa ne olur" diyerek gözden çıkarılabilecek kadar ufak bir azınlık da olsak, bizler de varız. Sadece hotdog, hamburger ve döner satmanın ticari getirisi belki çok daha fazla ama bu kadar ısrarla rica edilmesine rağmen sürekli yok sayılmak, insana dokunuyor. Yiyecek için İstanbul Modern'in restoranını işleten Borsa ile anlaşılmış belli ki. Onlardan bir de sebzeli sandviç yapmaları istenemez miydi? Menüde meyve salatası gördüm ama almak için gittiğimde zaten yok dendi. Sonuçta yok sayılan bizler, sıcak çadırdan çıkıp, etrafta yiyecek aramak zorunda kaldık.

İçecek konusunda da dikkat çekici bir uygulama vardı. Red Bull'un festivali olduğundan, kendi içeceklerinin satışını artırmak için ona uygun fiyat uygulamaları anlaşılabilir. Ancak bir biranın 20 lira olması, normal değildi. Jager-Red Bull 25 lira, bira 20 lira... En ufak boydaki su ise 3 liraya satılıyordu. Boğaz manzaralı mekanların abartılı fiyat uygulaması artık bir İstanbul geleneği oldu ama bir müzik festivalinde fiyatlar daha ölçülü olabilseydi keşke.

* Fiziksel koşullara ek olarak, festivallerin kronik tuvalet sorununun dün yaşanmadığını belirtmek gerek. Bahçe katına portatif tuvaletler de konmuştu ama çok mecbur kalmayan kimse kullanmamıştır herhalde. Çünkü restoran katındaki medeni tuvaletler ihtiyacı karşılıyordu.

* Festivalin asıl önemli kısmı müzik ayağına gelirsek, ilk bakışta dolu dolu bir lineup değildi ama yaş grubu olarak hedeflenen 20+ dinleyiciyi çekebilecek, indie ve elektronik müzik sevenlere hitap edebilecek tercihler yapılmıştı. Lineup'ın üzerine kurulduğu Twin Shadow ve Wild Beasts, daha önce İstanbul'da konser vermişti ama canlı performansları iyi gruplar olduğundan, yine büyük ilgi gördüler. Ben Twin Shadow'da birkaç şarkı dinleyip, az önce anlattığım yiyecek sorununu halletmek üzere yola düştüğümden o konseri kaçırdım. Wild Beasts'i yakalamak için buna mecbur kaldım. Aslında açlığa uzun süre dayanabilirim ama kan şekerim düşüyor, ona bir şey yapamıyorum.

Performans sıralamasında ilginç bir nokta, The Field'ın 17.30'da sahneye çıkmasıydı. Rock'n Coke'ta Primal Scream ve Editors'ın da aynı saatte çalması gibi tuhaf bir durumdu. Gerçi headliner olabilecek grupları yakıcı güneş altındaki bir saatte sahneye çıkarıp, onlara warm up grubu muamelesi yapmak ile çaldığı müziğin niteliği daha geç bir saate uyan DJ'e erken saatte karanlık bir çadır içinde saat ayırmak aynı değil; ilki, konserin atmosferini tamamen değiştirirken, ikincisinde siyah çadırın katkısıyla o boyutta bir etki olmadı. Her iki durumun da bütçe nedeniyle ortaya çıktığını biliyorum ama etkinliğe yansıyan etkisinden söz etmek de benim görevim. The Field'ı dinlemeye gelenlerin önemli bir kısmı, sadece durup kafa sallarken, az sayıda da olsa dans edenler vardı. Ben çadırda tekno dinlemeyi çok özlemişim; İsveçli prodüktör/DJ Axel Willner'ın minimal tekno tınılarına epey kaptırdım kendimi. Yılın en iyi albümleri listemde de yer alan "Cupid's Head"in bazı kısımlarını canlı dinlemek de güzeldi. Açıkçası, dünkü festivalde en çok The Field'ın setinden keyif aldım. Sonrasında yukarıya restoran katına çıktığımda orası epey doluydu; Boğaz manzarasına bakarak sigara içip sohbet edenler, bir yandan da DJ'lerin çaldığı müziği dinliyordu.

Wild Beasts'i en son 2011'de Babylon'da canlı dinlemiş, Hayden Thorpe ve Tom Fleming'le röportaj yapmıştım. 2014 baharında çıkacak yeni albümlerinin öncesinde grubu dinlemek bir şanstı; çünkü sevdiğimiz eski şarkılarının yanı sıra yeni şarkılarını da duyma olanağı bulduk. Grubun canlı performansı yine çok güçlü ve dinamikti. İstanbul'a olan sevgilerini birkaç kez dile getirdiler; gerçekten de sahnede çok mutlu görünüyorlardı. Hayden Thorpe, sahneye bir şişe şarap ve kadehle çıkmıştı; kadehini sık sık İstanbul dinleyicisine kaldırdı.

Dün akşam çaldıkları "Sweet Spot", "Pregnant Pause" ve "A Dog's Life" adlı yeni şarkılarına bakarak, baharda bizi daha karanlık bir albümün beklediğini ve eğer albümün geri kalanı da bu şarkılar gibiyse, geçen albümlerindeki dans esintili yumuşak havanın dağıldığını söyleyebiliriz.



Albümlerdeki gelişimi izliyorsanız, Hayden Thorpe, sesini giderek daha farklı tonlarda kullanmaya başladı; İskandinav elektropop soundunu hatırlatan "Sweet Spot"ta bunu gözlemlemek mümkündü. Yeni şarkıların içinde en çok bu "Smother"a yakın duruyor. İstanbul'daki konserden sonra, eve gidemeyecek kadar sarhoş bir haldeyken yazdığını söylediği "Pregnant Pause"da, klavye ile perküsyonun öne çıktığı dramatik bir sound var. Thorpe, şarkıyı "Bu İstanbul ve varoluş hakkında," diye sunsa da, ne yazık ki, festivalde çadırı dolduran kitlenin çoğunluğu dinlemek yerine konuşmayı tercih etti. Bu tavır hakkında yazmaktan artık usandım ama şunu söyleyeyim; her defasında o dinleyici kitlesinin içinde yer aldığım için müzisyenlere karşı utanıyorum. (Grup, bu şarkıyı geçen ay Nottingham'da da çalmış; o kaydı Youtube'da bulup buraya ekledim. Başındaki anlamsız gülüşleri es geçersek fena bir kayıt değil; en azından grup çalarken konuşma uğultusu yok.)

Tom Fleming'in çok sevdikleri köpekler için yazdıklarını söylediği "A Dog's Life", Thorpe'un falsettosuyla Fleming'in bariton vokalini birleştiren, sinematik ve epik bir şarkı; grubun muhtemelen bugüne kadar yarattığı en karanlık sound.

* Sonuçta RBMA Radio Festival, müzikseverler için hafta sonunu güzelleştiren bir etkinlik oldu. Şehir içinde ulaşımı kolay bir mekanın seçilmesi, önemli bir artı. Giderek gelişmesini ve artan katılımcılarıyla birlikte herkesin iple çekeceği bir hale gelmesini diliyorum. Emeği geçenlere teşekkürler.

(Fotoğraflar bana aittir.)
-



Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate