17 Eylül 2013 Salı

SUEDE'İN "KÜÇÜK, NAHOŞ VE ATEŞLİ DÜNYASI"


By on 13:57:00

17.09.2013

İlk gençlik yıllarını 1990’larda yaşayanların hayatında unutulmaz yeri olan gruplardan Suede’i dinledik hafta sonunda. Eksen on Fair’in kapanışını yine mükemmel bir performansla yaptı grup. Uzun bir aradan sonra bu yıl yayımladıkları yeni albümleri “Bloodsports” turnesinde onları yeniden canlı izleyebilmek, benim için önemliydi. Çünkü şarkılarında kendimden çok şey bulduğum, bana dokunan gruplardan birisi Suede. Yıllar içinde geçirdikleri dönüşümler, İngiltere’de bir işçi sınıfı ailesinin sınırlı olanakları içinde yetişen Brett Anderson’ın kendisine çıkış yolu olarak müziği seçiş hikayesi hep ilgimi çekti. Britpop sahnesindeki patlayışlarını, herhangi bir plak şirketiyle anlaşmaları olmasa da Melody Maker’ın kapağında yer alışlarını, The Smiths sonrası hiçbir grubun yaratamadığı kadar heyecan yaratmalarını, kendileri gibi olan gruplara yol açmalarını, Brett Anderson’ın aşk acılarını, dayatılan toplumsal kurallara karşı çıkışını ve çoklu ilişkileri anlatan şarkı sözlerini, eşcinsellik üzerine söylediği cesaretli sözler aracılığıyla medyayı çok iyi yönlendirmesini hayranlıkla takip ettim. Üniversitede mimarlık okurken müzik sayesinde kendine farklı bir dünya kurmuştu Brett Anderson ve belli ki Suede onun için her şeydi, gerçek kimliğini o grupta bulmuştu. Mat Osman ile çok genç yaşlarda buluşmaları bir şanstı. Hala grubu sürdürmeleri ise bizim için şans.

Park Orman’daki performanslarını en önden izledim ve büyük keyif aldım. Bret Anderson’ın  şarkı söylerken geçirdiği dönüşüme bir kez daha tanık oldum. Konserden önce kaldıkları otelde röportaj yaparken konuştuğum müzisyen, klasik İngiliz kibarlığı ve uzaklığı içindeydi. İşçi sınıfı kökeninden, varoşlardan gelse de, doğal olarak sahip olduğu aristokrat bir görüntüsü var duruşunda. Konuşurken çok kontrollü bir insan; Mat Osman ise, daha rahat ve sıcak görünüyor. Ancak sahnedeki Brett Anderson, günlük hayatındaki sınırları kaldırıyor; dinleyicilerle göz teması kurmak için çabalayan, hissettiklerini aktarmak için kendini tam anlamıyla ortaya koyan birisi. Yine karizmatik ama sahnede uzak değil; şarkılarda söylediklerini kendinize yakın hissettiğinizden mesafeler yok oluyor; farklı bir Brett Anderson çıkıyor ortaya. Hatta bir ara sahne önüne inip insanların elini sıkarken, beni tanıyıp göz kırpınca bir an inanamadım. Otelde koltukta karşımda oturup sohbet ederken çok daha ciddiydi. Bazı müzisyenler vardır; sahne için özel bir kimlik yaratıp onun arkasına geçerler. Bence Brett Anderson'da tersi oluyor; sahnedeki müzisyen sahte değil gerçek; en içten duygularını haykırırken sakladığı hiçbir şey yok, kontrol yok.

Eksen on Fair'de The Hives'ın konseri sonrasında alandan epey insan ayrılmış. Ben, en önde olduğumdam hiç fark etmedim. Dolayısıyla Suede'i dinleyenler de sayıca daha az olmuş. Ama tek kişi bile kalsam, umurumda olmazdı; Brett Anderson'ın ifadesiyle Suede'in "küçük, nahoş ve ateşli dünyasını" seviyorum ben; şarkıları dinlerken eski günlere döndüm, anılarım canlandı. Benim açımdan özel ve güzel bir performanstı. Konserde çalınan 19 şarkı içinden ağırlık yeni albüm “Bloodsports” (5) ve 1996 albümü “Coming Up”taydı (5). Diğer albümlerden sevilen şarkıları da ihmal etmediler ama  en zayıf albümleri olarak gördükleri “A New Morning”i hiç anmadılar. “Trash”, “Animal Nitrate”, “The Wild Ones” gibi hitleri dinledik ama “The Asphalt World”ü çalmadılar; bis niyetine “Beautiful Ones”ı çaldılar (aslında bis olup olmadığı da belli olmadı. Çok kısa bir ara olduğundan son şarkı mı yoksa bis mi olduğu anlaşılamadı) ve tüm ısrarlara karşın geri gelmediler.

Konser boyunca sahneye dev boyutta albüm görselleri yansıtıldı. Seksi anneleri, güzel kadınları, “We are the Pigs” single’ının kapağındaki yüzü maskeli insanları, takım elbiseli domuzları gördük. Bas gitarda Mat Osman, davulda Simon Gilbert, gitarda Richard Oakes ve klavyede Neil Codling’in birbirleriyle uyumlu ustalıkları, Brett Anderson’ın bitmeyen tutkusuyla buluşunca, yine çok güzel bir performans çıktı ortaya. Suede’i yeniden görene kadar özleyeceğim. Konser öncesinde Mat Osman ve Brett Anderson ile konuşmak, benim için çok zevkliydi. Röportaj bitince, Brett Anderson’ın elimi sıkıp, “It was really enjoyable. Thank you,” demesine sevindim; çünkü bu konularda biraz huysuz olduğunu biliyorum. Soracak daha çok sorum vardı ama sadece 15 dakika içinde bunları konuşabildik.



11 yıllık aradan sonra bu yıl yeni bir albümle döndünüz. Bu sizin için nasıl bir duygu? Uzun bir aranın ardından rahatlama mı, yoksa yeniden yapılması gereken zorunlukları da yanında getirdiği için bir tür gerilim mi? 

Mat Osman (MO): Bu çok kapsamlı bir soru. Benim özlediğim en temel şeyler, yaşanan anlar yani sahnede olmak, yazdığınız bir şarkıyı tamamladığınızda oturup onu ilk dinlemek. Geri kalanlar, sanki başka bir işi yapmak gibi, biraz sahte bir zevk var orada, içinde yaşarken o anlardan fazla heyecan duymayabiliyorsunuz aslında. Albümü yapmış olmak ve onu canlı çalmak çok zevkli ama o aşamalardan geçerken yaşadıklarınız pek değil. En son aşamada “Pek de keyifli değildi,” diye itiraf edersiniz kendinize. Çünkü bir şekilde albümü tamamlamak için baskı hissediyorsunuz.

(Brett Anderson, bu yanıta çok güldü.)

MO: Sürekli dünyanın en ilkeli insanı havasında gezen biri için bunları duymak hoş değil mi?

Brett Anderson (BA): Sadece tembelsin.

Sizin kuşağınızdan grupların çoğu, 20 yıldır aynı şarkıları aynı şekilde söyleyip konserler veriyorlar. Siz bu albümle hem eski Suede’i canlandırdınız hem de yeni bir şey ürettiniz. Bunu yapabilmek için grubun çalışma metotlarında yıllar içinde değişiklik oldu mu?

BA: Bu soruyu sormanız çok yerinde. Çünkü “Bloodsports” ile ilgili en önemli konu bu. Teknoloji değiştikçe biz de değişmek durumundayız ama şarkı yazma açısından karşılaştığımız zorluklar aynı. Dürüst olmak gerekirse, giderek zorlaşıyor.

MO: Eğer 10 yıllık bir ara vermeseydik, grubun soundu hala taze kalabilir miydi emin değilim.

BA: Gerçekten de öyle. Bu, bizim için çok önemli bir adımdı. Son albümün sanatsal açıdan başarısızlığı söz konusuydu. Bugün geriye baktığımızda çok zayıf bir albümdü o. Ondan sonra bazı şeyleri yeniden canlandırmak için harekete geçmemiz, kendimizi epey zorlamamız gerekti.

MO: Gruba dışardan durup baktığımızda, aslında biz şarkı yazmaya çalışmaktan başka bir şey yapmadık. Okul, üniversite ve sonra da bu grup vardı hayatımızda. Bunun ne kadar olağanüstü bir deneyim olduğunu geriye dönüp baktığınızda anlıyorsunuz, hayatınızın bir noktasında kendinizi böyle bir grubun içinde buluyorsunuz. Çoğu insanın bu şansı yok, mağazalarda, ofislerde çalışıyorlar. Belki ilk anları yaşarken değil ama sonradan grupla birlikte tekrar çalışmaya başlayıp albüm yaptığınızda, ne kadar değerli olduğunu anlıyorsunuz.

BA: Ben durup düşündüğümde çok gurur duyuyorum. Günümüzde birçok grup bunu yapmadan devam ediyor. Yeni albüm yayınlamıyorlar. Zor bir durum tabii. Eskiden sahip olduğunuz enerjiniz olmayabilir. Hayatınız değişiyor, siz de değişiyorsunuz. Eskisi kadar dayanıklı, sabırlı olmayabiliyorsunuz. “Bloodsports”u yaparken bunun bizi bir araya getirip getirmeyeceğini de bilmiyorduk. Ekipmanı tamamlayıp kendimizi zorlamamız gerekti. Bizim için kolay olmayan bir süreçti. Hem yeni hem de eskisinden çok da farklı olmayan bir soundu yaratabilmek, inanılmaz derecede alengirli bir iş. Eskiye öykünme (pastiş) gibi bir şey değil bu. O nedenle çoğu müzisyen bundan uzak duruyor.

Bir keresinde Suede’in Brit-pop sahnesine ait olmadığını ve o terimden nefret ettiğinizi söylemiştiniz ama yine de siz de o dönemde ortaya çıktınız. O günlerden bu yana müzik yapan mesela Blur, Pulp ve Suede, sizce neden hala bugünkü gençlerin de ilgi alanında? 

BA: Evet, biz de Britpop döneminde başladık. Bunu yadsımıyorum. İlk albümümüz de Britpop’u başlatan albüm diye anılıyor zaten.

MO: Birçok yetenekli insana seslerini duyurmaları için bir kapı araladık sanırım. Eğer büyük bir plak şirketine bağlı bir gitar grubuysanız, yüzlerce grup arasında kaybolup gitme riski de var. Çok sayıda ilginç grup var ama asla radyoda duymuyorsunuz, televizyonlarda görmüyorsunuz. Biz de yıllar önce çıkış yapan The Stone Roses gibi ortaya çıktığımızda aniden birçok grup dinlenmeye başladı, radyolarda çalındı. Britpop’tan önce de yıllarca aynı müziği yapan insanlara, o aşamadan sonra o ilginç gruplara seslerini duyurmaları için bir fırsat doğdu.

BA: 1990’ların başlarında Suede’den önce durum farklıydı, 1994’teki gibi değildi. Gitar gruplarının pek şansı yoktu ama Mat’in dediği gibi Suede o kapıyı araladı ve oyunun kurallarını değiştiren önemli bir adımdı o. Bundan çok gurur duyuyorum.

MO: Nirvana da bir gitar grubu olarak bizden kısa bir süre önce aynısını yapmıştı. Aniden Amerikan radyolarında o tuhaf albümleri duyar olmuştuk. O noktadan sonra herkes, “Ben de bir grupta yer almak istiyorum, ben de başarılı olabilirim,” diyordu.

Sizi birçok kez sahnede izledim, gördüğüm en tutkulu canlı performans gruplarından birisiniz. Bu heyecanı kaybedenler de var. Sizin onu içinizde ilk günkü şekliyle barındırmanızı sağlayan temel etken ne? 

BA: Şarkıların kendisi. Yanıt bu kadar basit benim için. Şarkıların sahip olduğu büyüleyici güç, onları söylerken sizin ruhunuzu yüceltiyor. Eğer söylendiği gibi sadece uyuşturucu ile ilgili olsaydı, sahneye çıkıp şarkılara o enerjiyi veremezdiniz. Ne durumda olursanız olun, sahneye çıkıp şarkıyı söylemeye başladığınız anda her şey değişir. Herhangi bir iyi şarkı bu etkiyi yaratır, size adeta sahnede bir rüya yaşatır.

MO: Dinleyici kitlesi de önemli.

BA: Elbette, o da bu işin çok büyük bir parçası.

MO: Ben canlı performansları interaktif bir etkileşim olarak görüyorum. Kitlenin size verdiği enerji ile ilgisi yok bunun, provalarda onlar ama yok ama enerjimiz yine var. Daha çok kitle ile etkileşimi doğru kurmakla ilgili ince bir nokta var. Bunu sağlayamazsak performans bizim için çok zorlaşır.



İki yıl önce solo albümünüz “Black Rainbows”un turnesi sırasında İstanbul’da konser verdiğinizde, sahnenin önünde duran insanlar size dokunuyordu. Öyle anlarda ne hissediyorsunuz? (Söz ettiğim konserin videosu yukarda.)

MO: Dokunuyor muydu? (Mat Osman, güldü bu konuya.)

Evet, kaydetmiştim o anları.

BA: Hoş bir şey. O da bir tepki. İnsanların hislerini açığa vurmak konusunda inisiyatif alması harika. Ben öyle görüyorum.

“Black Rainbows”u kaydederken grupla yaptığınız albümlere göre daha deneysel bir bakış açınız oldu mu?

BA: Elbette. O neredeyse tamamen kişisel bir deneyimdi, sözler de öyleydi, müzik de. Çok keyif aldım onu yaparken ama çok farklıydı.

Hangi açıdan farklıydı?

BA: Grupla olduğunda yetersizlik sorununuz olmuyor, istediğinizi herhangi bir gerekçe olmadan yapabiliyorsunuz. Grubun momentumuyla ilgili bu, grupla çaldığınızda daha büyük kitlelere hitap ediyorsunuz. O nedenle daha güçlü ve heyecan verici. Solo konser, asla grupla çaldığınızda ortaya çıkan enerjiyi yaratmıyor, o noktaya varmıyor. Bu, büyük bir fark.

Eski şarkılarınızı söylediğinizde, sözleri farklı yorumladığınız oluyor mu? Yoksa o şarkılar sizi sürekli eski dönemlere mi götürüyor? 

BA: Ne kastettiğinizi anlıyorum. Bir anlamda değişiyorlar. Şarkıları hayatınızın değişik dönemlerindeki olaylara ve duygularınıza dayanarak yazıyorsunuz. Aynı şarkıyı farklı dönemlerde farklı ruh halleriyle söyleyebilirsiniz. 20 yıl önce yazdığım şarkılarla ilgili bunu hissediyorum. “Bloodsports”taki bazı şarkılar için bile bu söz konusu. O anda ne hissetmişsem sadece onu yazıyorum, ilerde ne hissedeceğimi hesap etmeden... Bazen sonraki yıllarda bir şarkıya geri döndüğünüzde içinde size de doğru gelmeyen şeyler olabiliyor. Bence bu çok etkileyici bir süreç. Şarkı sözlerinin yazar için yıllar içinde geçirdiği bu evrimi çok seviyorum. O sözlerde değişmeyen, mutlak bir anlam yok bu açıdan.

Peki sizce şarkının asıl anlamını veren ne? Bazıları da şarkıya anlamını veren sözlerdir diyor. Bazı insanlar da şarkı sözlerini hiç hatırlamasalar da şarkıyı seviyor. Bir de düşünecek olursanız, enstrümantal şarkılar da var. 

MO: Eski yüzyıllarda tüm müzikler öyleydi ama insanlar dinlerken etkilenir, hüzünlenir ya da neşelenirdi. Ancak bence sözlerin müzikle kurduğu etkileşim de çok ilginç.

BA: Kesinlikle öyle. Şarkı yazarlığında sanatın gücü o aşamada ortaya çıkıyor.

MO: Bazen söz ile müziğin insanı farklı yönlere çekmesi de çok güzel oluyor ama bizim yeni Suede albümünde sözler ile müziğin uyumu önemli. Şarkıda neler olduğunu önce müzikle hissediyorsunuz, İngilizce bilmiyorsanız bile anlatılanı doğrudan duyumsayabilirsiniz. Eğer sözleri duyduğunuzda anlıyorsanız da aynı hisler devam ediyor.

BA: Bu olağanüstü bir şey. Birçok müzik beni söz yazmaya teşvik edebiliyor.

Bir keresinde şarkı sözü yazmak, şiir yazmak gibi değil demiştiniz.

BA: Karışık bir konu bu. İkisi farklı şeyler. Şarkı sözü yazarken şiirde olduğu kadar özgür değilsiniz. Melodiye uyum sağlamanız gerekiyor, şiir çok daha özgür. Elbette benzer yönler çok; sözcükleri kullanıp, kafiyeler yaratarak duyguları en etkili ve öz şekilde anlatmaya çalışıyorsunuz. Ama benim için, hiç sözü olmayan bir şarkıyı dinleyip onun hayatın acılarıyla ilgili olduğunu hissetmek çok çarpıcı. 

“Bloodsports”da ana tema modern hayattaki ilişkiler. Bu ilişkilerin size en ilginç gelen yönü ne? 

BA: Bir insanı hiçbir zaman tam olarak tanıyamayacak olmak ilginç. İlişkileri sürdürmek için uğraşmak, nefes almaya devam etmek ve hayatta kalmak önemli. Genellikle bir tembellik hakim oluyor insanlarda. Onu aşmak lazım.

Suede olarak kurmak istediğiniz kendinize ait dünyayı yaratmak konusunda başarılı oldunuz mu?

BA: Küçük, nahoş ve ateşli bir dünya...

MO: Grupların albüm kapaklarını tasarlarken de dikkat ettikleri bir konu bu, grupla ilişkilendirilebilecek şeyleri orada da görebilirsiniz. Bence şarkıcıların ve grupların yaptığı aslında dinleyiciye hayata dair bir bakış açısı kazandırmak. “Hayat böyle olmalı”, “Hayatımı öyle yaşamak istemiyorum” şeklinde popüler bir fikir başlatabilirsiniz. Kendinize bir dünya yaratırsınız ama o muhtemelen gerçek bir dünya değildir.

BA: The Smiths plaklarını dinleyerek ve onların albüm kapakları üzerinden verdikleri mesajlara hayran olarak büyüdüm ben. Onların yarattığı dünyadan etkilendim. Biz de Suede dünyası kurduk, belki de daha önce hiçbir yere ait hissetmediğim için bunu yapmak istedim. Uzun süre kendimi sadece oraya ait hissettim.

Artık bir çocuk sahibisiniz. Dünyaya bakışınız değişti mi?

BA: Hayır, değiştirmedi ama gelecek albümüm oğlumla ilgili olacak. Aileme dikkat etmek zorundayım. Pop yıldızlarının yaşadığı çalkantılı hayat bana çekici gelmiyor. Evlenmek ve çocuk sahibi olmakla, hayata bakışım değişmedi ama günlük hayatımı etkilediği için artık ben de eskisi gibi değilim.

Konserde çalınan şarkı listesi:

The Next Life - Barriers - It Starts and Ends With You - Trash - Animal Nitrate - Can't Get Enough - By the Sea - Snowblind - She - Killing of a Flash boy - Sometimes I Feel I'll Float Away - Why Are You Not Telling Me? - Everything Will Flow - So Young - Metal Mickey - The Wild Ones - Filmstar - New Generation  // Beautiful Ones 



(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)

_

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate