3 Mart 2013 Pazar

Atoms for Peace - AMOK (XL Recordings)


By on 09:14:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 3 Mart 2013


Radiohead gibi tüm dünyada hayranları olan büyük bir rock grubunun 28 yıldır vokalisti ve beyni olmak, o müzisyene mutlaka bizim tahmin edebileceğimizden çok daha fazla sorumluluk yükler. O pozisyondaki müzisyenlerle empati kurmaya çalıştığımda hep şunu düşünürüm: Sürekli beklentileri karşılamaya odaklanırsanız, yaratıcılığı sınırlarsınız. Müzisyen özgür olmalı, bazen sadık hayranları yabancılaştırmak pahasına yeni yollara girmeli. Thom Yorke, bunu yapabilen müzisyenlerden birisi; Radiohead ile “Kid A” albümünde aldıkları risk, onları bugüne kadar taşıdı. O zaman grubun birçok hayranı “Grup nereye gidiyor?!” diye tepki göstermişti. Oysa bence Radiohead’in kariyerinin en iyi albümüdür o. Grubun elektronik müzikle olan yakınlığı beni o zaman çok heyecanlandırmış ve ortaya çıkan yaratıcı soundu çok beğenmiştim. Tabii bu sadece gitar odaklı müzik dinleyip, gerisini “çöplük” diye niteleyenlere yönelik bir sound değildi. 

Grubun yıllar içinde geçirdiği evrim, sonraki albümlere de yansıdı; her daim kendini yenilemeyi başardı Radiohead. Ancak yine de Thom Yorke’un müzikal serüveni “The Eraser” gibi bir albümün ortaya çıkmasını gerekli kıldı. Yorke gibi elektronik seslere yakınlık duyan bir müzisyenin, teknolojinin sağladığı olanakları kullanarak yeni seslerin peşine düşmemesi beklenemezdi. Açıkçası Yorke, 2006’da “The Eraser”ı yayınlamasa ben çok şaşırırdım. Turnede otel odalarında yalnız geçirdiği anlarda bilgisayarı ile müzik yapacak bir rock müzisyeni varsa, o Thom Yorke’du. Yalnızlaşma duygusunu yansıtan sentetik seslerle dolu bir tek adam çalışmasıydı “The Eraser” (Nigel Goldrich'in prodüktörlük katkısını unutmadım; gruptan bağımsız olması nedeniyle tek adam çalışması dedim.) Bana göre, Thom Yorke’un bugüne kadar yaptığı en iyi işler arasındadır o albüm. 

Ancak “The Eraser”ı yayınlamak yetmedi Thom Yorke’a; o albümdeki şarkıları canlı çalmak istedi. Bu durumda yapılacak şey, bir grup kurup soundu ona uygun hale getirmekti. Radiohead'in prodüktörü Nigel Goldrich’e ek olarak Red Hot Chili Peppers basçısı Flea, Beck ve REM ile çalışmış davulcu Joey Waronker ve Brezilyalı perküsyonist Mauro Refosco’yu da yanına alınca ekip tamamlandı. Bu süper grup haberi ilk duyulduğunda, ortaya çıkacak yeni albümün nasıl olabileceği hakkında ben de epey kafa yordum. Konserlerde çalınan materyaller Youtube’a düştükçe anlaşıldı ki, “The Eraser”dan daha zenginleşmiş bir sound söz konusu ama rota yine onun yönünde. 


Zaten bunun ilk işaretleri de “Amok” adını taşıyan albümün kapak resmiyle verilmişti. 1994’ten beri Radiohead’in albüm kapaklarını da tasarlayan Stanley Donwood, "The Eraser" gibi "Amok"ta da görsel algıya belirgin bir yön vermişti. Yine bir kabusu, yaklaşan felaketi, yangını çağrıştırıyor kapaktaki çizim. Fakat albümün genelinde analog ve dijital  seslerin yarattığı his, bana “The Eraser”daki kadar hüzünlü gelmedi; bu kez de harcındaki ana unsurlar, kargaşa ve izolasyon; ana mekanı, yine dinleyeni içine çektiği yoğun ve garip bir atmosfer. “The Eraser”dan farkı, Flea’nin funk esintileri barındıran bas soundu. Ancak Flea, “Stuck Together Pieces” adlı şarkının aksine albümün tümünde çok fazla öne çıkmıyor. 

“Amok” ile ilgili bir eleştiri, albümün bir grup çalışması gibi değil, daha çok sadece Thom Yorke’un solo işi gibi olması. Açık ki, “Amok”taki rifflerin ve elektronik seslerin önemli bir bölümü Thom Yorke’un bilgisayarından çıkmış, grubun diğer üyeleri de onun fikirlerini hayata geçirmiş. Bazı eleştirilerse, bunun bir Radiohead albümü de olabileceğini, “Amok”un fazla fark yaratamadığı noktasında birleşiyor. Hatta bir yerde Atoms for Peace’in başarılı bir Radiohead cover grubu olabileceğini okudum. Yani birileri "Amok", Yorke’un tek başına yaptığı “The Eraser”a benziyor derken, birileri de Radiohead’e benziyor diyor. Thom Yorke’un belirgin sesi, bu izlenimleri güçlendiriyor olabilir elbette. Ama duyduğumuz şarkılar tatmin ediciyse, bunların bir önemi var mı ya da müzisyen sırf farklı olsun diye kendini zorlamak zorunda mı? Bence müzik bu kadar iyi olduğu sürece bunların önemi yok ve müzisyen başkaları ne düşünür diye hesaplara girişmeden her zaman içinden ne geliyorsa onu yapmalı. 

Thom Yorke, Rolling Stone’a verdiği röportajda, insan ile makine seslerinin nerede işe karışıp devre dışı kaldığının tam olarak belli olmadığı bir albüm yapmak istediklerini söylemiş. Albüm “Amok” adlı şarkıyla biterken Atoms for Peace’in bunu gerçekleştirdiğine tanık oluyorsunuz. Geçen hafta şubat ayının en iyilerine ayırdığım Vegan Logic adlı radyo programımda çaldığımda anonsta da anlatmıştım; bir gün Radiohead dinlerken, “Thom Yorke melek gibi şarkı söylüyor,” deyince, arkadaşım, “Hiçbir erkek melek gibi şarkı söyleyemez,” diye karşılık vermişti. Ben hala onun melek gibi şarkı söyleyebilen çok ender erkek vokalistten birisi olduğunu düşünüyorum. Albümün açılışını yapan “Before Your Very Eyes...”, bunun en yeni kanıtı. 

İnsan ile makine arasında hedeflenen bu ilişkinin şarkı sözlerine de yansıyan bir yanı var. Sözleri net olarak yorumlamak zor ama kaybolsa da varlığını akılda ve kalpte sürdüren birtakım düşünceler seziliyor sürekli. "Stuck Together Pieces"da içinde bulunulan atmosfere dair biraz daha açıklık bulmak mümkün. "Güneş olabilecekken neden yağmursun? Birine bağlanmak niye? Başka bir yerde olabilecekken neden buradasın? Biliyorum ama umurumda değil. Çekip gidemezsin. Bu kadar kolay çekip gidemezsin," diyor Thom Yorke. Bu sözlerin bir makineye ait olamayacağı ortada. Sonuçta sound önemli ölçüde sentetik de olsa, Yorke'un vokalindeki saflık ve sözler, iyi bir denge kurulmasını sağlıyor. Nigel Goldrich’in düzenlemeleri ve albüme dair geri kalan her şey, bu denge gözetilerek özenle gerçekleştirilmiş. Bu açıdan önemli bir bütünlüğü de var albümün. Thom Yorke, "The Eraser"da açtığı yolu Atoms for Peace ile "Amok"ta derinleştirerek, sıradışı ses evreninde etkileyici bir maceraya dönüştürmüş. 


-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate