4 Kasım 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 138: The Soft Moon - Zeros (Captured Tracks)


By on 02:16:00


© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 4 Kasım 2012

2010’da San Francisco’dan bir ses duyduk. Luis Vasquez'in The Soft Moon adı altında yayınladığı “Breath the Fire” ve “Parallels” isimli iki single, post-punk sevenlerin dikkatinden kaçacak gibi değildi. İlk gençlik yıllarını Bauhaus, The Cure, Joy Division dinleyerek geçiren ve o karanlık sounda bir daha bırakmamak üzere tutulan herkesi dinlediği ilk anda olduğu yere çivileyecek kadar ihtiraslı ve karanlık bir müzikti dinlediğimiz. 

The Soft Moon adıyla yayınlanan 2010 tarihli ilk albümde, hiç durmadan çalışan motor sesinin seriliğinde duyulan synthler, baskın bas sesi ve tam olarak ne söylendiği anlaşılmayan vokaller eşliğinde adeta bir felaket sonrası yaşanan klostrofobik ruh halini özetleyen şarkılar vardı. Felaket sözcüğü bazılarını korkutabilir, daha dinlemeden duyacaklarından kaçabilirler. The Soft Moon’un gürültülü endüstriyel soundunun insanı yakaladığı anda tutup sanki bir kuyunun dibine doğru derine sürüklediği de kesin. Bunu dile getirdiğim için bana “Haksız mıymışım?” diye sormayın; karanlık kuyularda gezinip gün yüzüne geri çıkma mücadelesini sevdiğimi hep yazıyorum. Ama elbette, soğuk synthlerin ve elektronik davulların başrolü üstlendiği deneysel dark noise/coldwave/gotik herkese hitap edecek bir müzik türü değil.

2009’da Luiz Vasquez’in tek kişilik özel projesi olarak başlattığı The Soft Moon, 2010’da çıkan albüm ve ardından yayınlanan “Total Decay” adlı EP’den sonra artık dört üyeli bir gruba dönüştü. Üyelerden birisi canlı performanslarda sadece projektörle ses ve ışık düzenini kontrol etmekle yükümlü olsa da artık yapılan müzik tek kişilik bir çabanın ürünü değil; ortada daha profesyonel stüdyo ortamından çıkan bir albüm var.

İkinci albüm “Zeros”, birincisinden farklı olarak daha az gitar ve elektronik davulun kullanıldığı, birbirinden garip seslerin yarattığı bir kakofoni gibi adeta. Bu yönüyle bana Kanadalı grup Fuck Buttons’ı hatırlatıyor. Başından sonuna kadar enerjisi hiç düşmüyor albümün. Vokal, The Soft Moon’un müziğinde temel bir rolü olamayacak kadar geri planda, ancak figüran rolünde. Bir ara sadece “Want” adlı şarkıda Vasquez’in “I want it, can’t have it” sözlerini algılayabildim. Bu sözlerin, tekrar edilen ritimler üzerine kurulan altyapıda sadece tutkulu soundu psikolojik olarak destekleyecek bir unsur olarak kullanıldığını düşünüyorum. Bana kalırsa işe de yarıyor.

10 parçanın yer aldığı yaklaşık 35 dakikalık albüm boyunca hiç durmadan öten sirenlerin ya da çarpışan metal parçalarını andıran soyut seslerin hakimiyeti iyice ele geçirmesiyle dinleyici tamamen uç noktalara çekiliyor. Deneysel anlayışı böyle korkusuzca, radikal biçimde müziğine enjekte ettiği için The Soft Moon, bence bir alkışı hak ediyor.

Özellikle albümün açılış parçası “It Ends”in adını hem yazılış hem de ses kurgusu olarak tersine çeviren “sbnsbnE tI”le yapılan kapanış, gerekli mesajı veriyor. "Gerekirse işte böyle her şeyi alt üst ederiz" diyor The Soft Moon. Bu yazıyı tesadüfen okuyacak organizatörlere diyorum ki, şöyle karanlık bir salonda The Soft Moon’u dinleyelim ve iyice sindirelim İstanbul’da.

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate